Musul Sorunu
Musul Sorunu, Osmanlı Devleti'ne bağlı Musul Sancağı'nın, Birinci Dünya Savaşı'nda işgali ile başlayan; 1926'da Türkiye Cumhuriyeti sınırları dışında kalmasının aradında da bölgedeki Türk varlığıyla günümüze kadar gelen siyasi süreçdir.
Birinci Dünya Savaşı'ndan önce Osmanlı hakimiyetindeki Musul ve çevresi petrol varlığı sebebiyle, İngiltere, Fransa, Almanya ve hatta Amerika Birleşik Devletleri arasında rekabet konusu oldu. Bölge, 1916 tarihli Sykes-Picot Antlaşması ile Fransa'ya bırakılmıştı. Nisan 1920 San Remo Konferansında Fransa, kendisini Orta Doğu'daki menfaatlerini desteklemesi sebebiyle, Musul bölgesini İngiltere'ye terketti.
Lozan Konferansı
Lozan Konferansı sırasında Türkiye, Musul'un iki temel gerekçe ile Türkiye'ye bırakılmasın ısitedi. Birincisi: 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi imzalandığı sırada Musul, Türk ordularının kontrolü altında ve milli hudutlar içinde bulunuyordu. İkincisi: Musul ve Süleymaniye bölgeleri tarihi açıdan olduğu kadar halkının büyük çoğunluğunu halen Türklerin teşkil etmesiydi. İngiltere, tüm bunlara itiraz etti. Bunun üzerine Lozan Antlaşması'nın 3. maddesi gereğince, sorunun çözümü, dokuz ay içinde bir sonuca ulaştırılmak üzere Türk-İngiliz ikili görüşmelerine bırakıldı.
Haliç Konferansı
Bu görüşmeler 19 Mayıs 1924'de, İstanbul'da başlayan Haliç Konferansı ile gündeme getirildi. Ancak, görüşmelerde bir sonuca varılamadı. Türkiye'nin Musul ve Süleymaniye bölgelerinin kendi hudutları içinde kalmasında ısrar etmesi üzerine İngiltere, bu fikre yanaşmadığı gibi, Hakkari bölgesinin de Irak'a bırakılmasını istedi.
İstanbul Konferansının sonuçsuz kalması, Türkiye'nin haklı davasında taviz vermemesi ve İngiltere'nin Türk-Irak sınırları bölgesinde sınır olaylarını kışkırtıp, karışıklıklar çıkarmaya başlaması, Türk-İngiliz ilişkilerini gerginleştirdi.
Bunun üzerine taraflar, Lozan Antlaşmasının "Anlaşmazlık halinde konunun Milletler Cemiyetine götürülmesi" hükmüne uyarak, sorunu, bu cemiyetin çözmesini istediler. Ancak, Türkiye sorunun Milletler Cemiyeti'de çözümüne taraftar değildi. Bunun iki haklı sebebi vardı. Birincisi: Türkiye henüz bu cemiyetin üyesi değildi; İkincisi: Cemiyete İngiltere hakimdi ve çıkan kararlarda oldukça etkili idi.
Milletler Cemiyeti Kararları
Tüm bu olumsuzluklara rağmen Türkiye, Milletler Cemiyeti faktörünü kabul etmek durumunda kaldı. Milletler Cemiyeti Eylül 1924'de konuyu ele aldı. Türkiye, Musul ve Süleymaniye bölgelerinde halkoylaması yapılmasını teklif ettiyse de, İngiltere bunu kabul etmedi. Milletler Cemiyeti konu ile ilgili bir komisyon oluşturdu. Tahkik Komisyonu, hazırladığı raporu Eylül 1925'de Milletler Cemiyetine sundu. Komisyon raporunda Musul halkının hiçbir tarafa katılmaksızın bağımsız kalmak istediğini bildirdi.
Buna rağmen Tahkik Komisyonu, Milletler Cemiyeti Meclisine şu tavsiyelerde bulundu:
1. Musul, Irak'ın bir parçası sayılacak ve Irak, 25 yıl süre ile İngiliz Mandası altına konacaktır;
2. Türkiye ile Irak arasındaki sınır, Brüksel'de tespit edilen hat olacaktır.
Milletler Cemiyeti Meclisi, komisyonun teklifini aynen kabul etti. Milletler Cemiyeti'nin kararı Türkiye'de büyük tepkilere sebep oldu. Hatta, Türkiye ile İngiltere arasında savaş havası esmeye başladı.
Fakat, Atatürk'ün ortaya koyduğu gerçekçilik prensibini esas alan Türkiye, henüz savaştan yeni çıkmış olması ve harap olan ülkenin ekonomik ve sosyal meselelerinin çözüm beklemesi gibi sebeplerle ülkeyi yeni bir savaşa sürüklemek istemedi. Bu sebeple, 5 Haziran 1926'da İngiltere ile bir anlaşma imzalayarak Milletler Cemiyeti kararını kabul etmek durumunda kaldı. Bu anlaşma, bugünkü Türk-Irak hududunu çizmiş ve Musul sorununa son vermiştir.
1. Türkiye ile Irak arasındaki sınır esas itibari ile Milletler Cemiyeti Meclisi tarafından Brüksel'de tespit edilen hat olacaktır; fakat, bu hatta Türkiye lehine bazı değişiklikler yapılacaktı;
2. Andlaşmanın 14. maddesine göre de, Irak Hükümeti, Musul üzerindeki haklarından vazgeçen Türkiye'ye 25 yıl süre ile petrolden alacağı gelirin % 10'unu verecekti. Daha sonra, 1926 Antlaşmasına ek notalarda öngörülen esasa uygun olarak, Türkiye 500 bin İngiliz lirası karşılığında petrol üzerindeki hakkından feragat etmiştir.
Türk-İngiliz ilişkileri
1926 yılında Musul konusunda varılan anlaşmaya rağmen Türk-İngiliz ilişkileri normal bir seyir takip edemedi. Bunun beş önemli sebebi vardı. Bunlardan Birincisi: Musul sorunu kendi lehine çözmülemek isteyen İngiltere'nin bölge halkını Bölücülük yönünde isyana teşvik etmesi; İkincisi: Hakkari bölgesindeki halkı isyana sevk etmesi ve Nasturi isyanına sebep olması; Üçüncüsü: 1925 yılında çıkan Şeyh Sait isyanını organize etmesi ve yönlendirmesi; Dördüncüsü: Terakki Perver Cumhuriyet Fırkası'nın Genç Türkiye Cumhuriyeti'ne karşı bir karşı devrim hareketi alarak desteklemesi; Beşincisi: Musul sorununun adil ve doğru olmayan bir şekilde çözümlenmesidir.
Nihayet, 1929 yılında İngiltere'nin Akdeniz Filosu İstanbul'u ziyaret etti. Bu ziyaret Türk-İngiliz ilişkilerindeki olumlu gelişmenin ilk adımını teşkil etti. Amiral Field'in Ankara'ya giderek Atatürk ve diğer ileri gelenleri ziyaret etmesi, Türk-İngiliz ilişkilerindeki olumsuzluğu yumuşattı.
Bu ziyaretten kısa bir süre sonra Sovyet Dışişleri Bakan Yardımcısı Karahan'da Ankara'yı ziyaret etti. Bu son ziyaret Sovyet Rusya'nın Türk-İngiliz yakınlaşmasından kaynaklanan bir endişesinin sonucuydu.
Misak-ı Milli
Misak-ı Milli yani Milli Sözleşme,son Osmanlı Mebusan Meclisi'nin bir gizli oturumunda, Erzurum ve Sivas Kongreleri'nde alınan kararlar doğrultusunda açıklanan ve kabul edilen altı maddelik bildiridir. 28 Ocak 1920'de kabul edilen Misak-ı Milli, 12 Şubat 1920'de tüm dünya parlamentolarına açıklanmıştır. Misak-ı Milli'nin kabulü, Osmanlı Mebusan Meclisi'nin feshine (11 Nisan) ve TBMM'nin kuruluşuna (23 Nisan) giden yolu açmıştır.
Bu sözleşmenin yazılmasında ve kabul ettirilmesinde, Anadolu'ya çıkarak Türk Kurtuluş Savaşını başlatan Mustafa Kemal Paşa ve temsil heyetinin önemli yeri vardır.
Misak-ı Milli ile, kapitülasyonlar reddedilmiş ve bugünkü Türkiye'nin teorik sınırları çizilmiştir.
Şu maddelerden oluşur:
Arapça konuşan, ancak 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi'ne göre düşman işgali altında bulunan bölge halkının durumu, bunların hür olarak verecekleri oylara göre belirlenmelidir. Mütareke çizgisinin içinde ve dışında kalan bu yerlerin, İslam ve soyca bir olan Osmanlı çokluğunun oturduğu bölgelerin hepsi, hüküm ve fiil bakımından, anayurttan hiç bir sebeble ayrılmaz bir bütündür.
Halkın, ilk serbest kaldıkları sırada (Haziran 1918) verdikleri oylarla anayurda katılma kararını belirten Elviye-i Selase (Üç sancak: Kars (Oltu, Olur ve Şenkaya dahil) Ardahan (Artvin, Avara ve Çürüksu dahil) ve Batum) için gerekirse yeniden serbestçe oylama yapılmasını kabul ederiz.
Batı Trakya’nın geleceği de orada oturanların serbestçe verecekleri oylara göre belirlenmelidir.
İslam Halifeliği'nin, Osmanlı Saltanatı'nın ve hükümetin merkezi İstanbul şehriyle, Marmara Denizi’nin (Boğazlarla birlikte) güvenliği korunmalıdır. Bu şartlara uyularak, Akdeniz-Çanakkale ve Karadeniz-İstanbul Boğazları’nın dünya ticaretiyle ulaşımına açık tutulması için bizim de ilgili devletlerle birlikte vereceğimiz karar geçerli sayılacaktır.
Azınlıkların hakları, İtilaf Devletleri ile hasımları ve bir takım ortakları arasında kararlaştırılan anlaşma esaslarına göre (komşu ülkelerdeki müslümanların da bu haklardan istifadeleri güveniyle) tarafımızdan sağlanacaktır.
Milli ve iktisadi gelişmemize imkan vermek, daha çağdaş ve muntazam idare ile işleri yürütmek için, her devlet gibi bizim de gelişmemizi sağlamak üzere tam bir serbestliğe ulaşmamız, hayat varlığımızın temelidir. Bu sebeble; siyasi, adli, mali ve diğerleri gibi gelişmemize engel olan bağların karşısındayız. Ortaya çıkacak devlet borçlarımızın ödeme şartları da bu esaslara aykırı olmayacaktır.
Kuvayi Milliye
Kuvayi Milliye (ya da Kuvay-i Milliye), Kurtuluş Savaşı'nda düşmana karşı koyan Türk direniş örgütlenmelerine ve güçlerine verilen addır. Günümüz Türkçe'sindeki anlamı Ulusal Güçler'dir.
Kuvayi Milliye, ülkenin dört bir yanının Yunan, İngiliz, Fransız, İtalyan birliklerince ele geçirildiği, Mondros antlaşması ile ülkeye ağır koşulların dayatıldığı, Osmanlı ordusunun silahlarının alınıp dağıtıldığı, her şeyin bitti sanıldığı günlerde, ulusun tepkisi olarak doğan bir halk direnişidir.
Yerel sivil örgütlenmeler, çeteler olarak ortaya çıkan Kuvayi Milliye, düzenli ordulardan oluşan işgalci güçlere karşı, bugünkü deyimiyle, bir gerilla savaşı uygulamıştır. İlk direniş olayları Güneydoğu bölgesinde Fransız'lara karşı görülmüşse de, örgütlü direniş İzmir'in düşmanca ele geçirilmesinden sonra Ege bölgesinde Kuvayi Milliye olarak başlamış ve bağımsız yerel örgütlenmeler olarak Kuvayi Milliye yurdun her köşesine yayılmıştır. Bu bölgesel kuruluşlar, daha sonra TBMM'nin kurulması ile birleştirilmiş ve I. İnönü Savaşı sırasında da düzenli orduya dönüşmüştür.
Atatürk Kuvayi Milliye'yi şöyle açıklamıştır:
"Hükümet merkezi düşmanların şiddetli çemberi içindeydi. Siyasal ve askeri bir çember vardı. İşte böyle bir çember içinde yurdu savunacak, ulusun ve devletin bağımsızlığını koruyacak kuvvetlere emrediyorlardi. Bu biçimde yapilan emirlerle, devlet ve ulusun araçları temel görevlerini yapamıyorlardı. Yapamazlardı da. Bu araçlari savunmanin birincisi olan ordu da, 'ordu' adını korumakla birlikte, elbette temel görevini yerine getirmekten yoksundu. İşte bunun içindir ki yurdu savunmak ve korumak olan temel görevi yerine getirmek, doğrudan doğruya, ulusun kendisine kalıyordu. .. İşte buna Kuvayi Milliye diyoruz."
Tekâlif-i Milliye Emirleri
Kurtuluş Savaşı'nın dönüm noktalarından olan Sakarya Meydan Muharebesi öncesi ordunun ihtiyacını karşılamak ve Sakarya Savaşı'na hazırlanmak için Başkomutan Mustafa Kemal Paşa'nın kanunla kendisine verilen yasama yetkisini kullanarak yayınladığı "Ulusal Yükümlülük Emirleridir". 7 Ağustos 1921'de yayınlanmış olup toplamı on maddedir.
1. Her ilçede bir tane Tekalif-i Milliye Komisyonu kurulacak.
2. Halk, elindeki silah ve cephaneyi 3 gün içinde orduya teslim edecek.
3. Her aile bir askeri giydirecek.
4. Yiyecek ve giyecek maddelerinin %40'ına el konacak ve bunların karşılığı daha sonra geri ödenecek.
5. Ticaret adamlarının elindeki her türlü giyim eşyasının %40'ına el konacak ve bunların karşılığı daha sonra geri ödenecek.
6. Her türlü makineli aracın %40'ına el konacak.
7. Halkın elindeki binek hayvanlarının ve taşıt araçlarının %20'sine el konacak.
8. Sahipsiz bütün mallara el konacak.
9. Tüm demirci, dökümcü, nalbant, terzi ve marangoz gibi iş sahipleri ordunun emrinde çalışacak.
10. Halkın elindeki araçlar aylık 100 km. askeri ulaşım yapacaklar.
Takrir-i Sükun Kanunu
Takrir-i Sükun Kanunu 4 Mart 1925'te TBMM'de kabul edildi. Hükümete olağanüstü yetkiler veren Takrir-i Sükun Kanunu ile Kasım 1924 ortalarında "dinsel gericilik" tehlikesine karşı Başbakan İsmet İnönü sıkıyönetim ilan edilmesini istedi. Ancak Meclis'te bu isteğini kabul ettiremeyince istifa etti ve yerine yumuşak kişiliğiyle tanınan Fethi Bey ( Fethi Okyar) başbakanlığa getirildi.1925 Şubat ortalarında Şeyh Sait Ayaklanması patlak verince, Doğu Anadolu'da hemen sıkıyönetim ilân edildi. Fethi Bey düşürüldü ve yeni hükümeti 3 Mart'ta İsmet Paşa kurdu. Yeni hükümet ilk iş olarak Takrir-i Sükûn Kanunu'nu Meclis'ten geçirdi ve biri isyan bölgesinde, öteki "Ankara" adını taşımakla birlikte yurdun geri kalan bölgelerinde çalışmak üzere iki de İstiklal Mahkemesi kurulmasını kararlaştırdı.
3 maddeden oluşan Takrir-i Sükun Kanunu'nun 1. maddesi şöyleydi:
İrtica ve isyana ve memleketin nizam-ı içtimaisi (toplumsal düzen) ve huzur ve sükûnu ve emniyet ve asayişini ihlale bais (bozmaya yönelik) bilumum teşkilât ve tahrikat ve teşvikat ve neşriyatı ( örgütlenmeleri, kışkırtmaları, yüreklendirmeleri ve yayınları), hükümet reisi cumhurun tasdikiyle ve re'sen ve idareten man'e mezundur (kendi başına yasaklamaya yetkilidir). İş bu ef'al erbabını (bu eylemleri işleyenleri) hükümet İstiklâl Mahkemesi'ne tevdi edebilir.
Cumhuriyet tarihinde bir dönüm noktası olan Takrir-i Sükûn Kanunu, uzun bir döneme damgasını vurdu. Bütün muhalif odaklar bu kanuna dayanılarak büyük ölçüde susturuldu. Bu dönemde hükümet veya mahkeme kararıyla pek çok yayın kapatıldı ve özellikle sol yayınlar tamamen yeraltına itildi.
Atatürk Devrimleri
Atatürk Devrimleri veya diğer adıyla Atatürk İnkılapları, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu ve ilk cumhurbaşkanı olan Mustafa Kemal Atatürk tarafından öncülük edilen, 1922 ve 1938 yılları arasında hayata geçirilen bir dizi yasal değişikliktir. Bu devrimlerin amacı, Atatürk tarafından; "Türkiye'yi gelişmiş devletler seviyesine çıkartmak" olarak beyan edilmiştir.
Atatürk Devrimleri 5 ana kategoride gruplanabilir:
Yapıldıkları Alanlara Göre Atatürk Devrimleri
Siyasal devrimler
Saltanatın Kaldırılması (1 Kasım 1922)
Cumhuriyetin İlanı (29 Ekim 1923)
Halifeliğin Kaldırılması (3 Mart 1924)
Toplumsal devrimler
Kadın-Erkek Eşitliği (3 Nisan 1930, 5 Aralık 1934)
Şapka ve Kıyafet Devrimi (25 Kasım 1925)
Tekke Zâviye ve Türbelerin Kapatılması (30 Kasım 1925)
Soyadı Kanunu (21 Haziran 1934)
Lâkap ve Unvanların Kaldırılması (26 Kasım 1934)
Uluslararası Ölçülerin Kabulü (1 Nisan 1931)
Eğitim ve kültür alanındaki devrimler
Öğretimin Birleştirilmesi (3 Mart 1924)
Yeni Türk Harflerinin Kabulü (1 Kasım 1928)
Türk Dil ve Tarih Kurumlarının Kurulması (1 Nisan 1931, 12 Nisan 1931)
Üniversite Öğreniminin Düzenlenmesi (31 Mayıs 1933)
Ekonomik devrimler
I. ve II. Kalkınma Planları (1933, 1937)
Hukuksal devrimler
Amasya Genelgesi
Amasya Genelgesi; 21-22 Haziran 1919
Ulusal egemenliğe dayanan, tam bağımsız Türkiye Cumhuriyeti'nin temellerini oluşturan ilk kuruluş belgesi olması nedeniyle de Amasya Genelgesi'nin Türk tarihinde ayrı bir yeri ve önemi vardır.
12 Haziran 1919'da Amasya'ya geçen Mustafa Kemal ve arkadaşları Hüseyin Rauf Orbay, Refet Bele ve Fuat Cebesoy birlikte Amasya Genelgesini hazırladılar. Bildiri, Erzurum'da 15. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir'e sunuldu. O'nun da onayının alınmasından sonra, bildiri, 22 Haziran 1919'da tüm mülki amir ve askeri komutanlara telgrafla Abdurrahman Rahmi Efendi tarafından ulaştırıldı.
Genelge
Madde 1
Vatanın bütünlüğü ve Milletin istiklali tehlikededir.
Madde 2
İstanbul Hükümeti üzerine aldığı sorumluluğu yerine getirememektedir. Bu hal adeta milletimizi yok olmuş olarak gösteriyor.
Madde 3
Milletin istiklalini, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.
Madde 4
Milletin içinde bulunduğu durum ve şartlara göre harekete geçmek ve haklarını yüksek sesle dünyaya duyurmak için her türlü tesir ve kontrolden milli bir heyetin varlığı zorunludur.
Madde 5
Anadolu’nun her bakından en emniyetli yeri olan Sivas’ta, milli bir kongrenin acele olarak toplanması kararlaştırılmıştır.
Madde 6
Bunun için bütün vilayetlerin her sancağından milletin güvenini kazanmış üç temsilcinin mümkün olduğu kadar çabuk yetişmek üzere hemen yola çıkarılması gerekmektedir.
Madde 7
Her ihtimale karşı, bu meselenin bir milli sır halinde tutulması ve temsilcilerin, lüzum görülen yerlerde , seyahatlerini kendilerini tanıtmadan yapmaları lazımdır.
Madde 8
Doğu vilayetleri adına, 10 Temmuzda, Erzurum’da bir kongre toplanacaktır.Bu tarihe kadar diğer vilayetlerin temsilcileri dek Sivas’a gelebilirlerse, Erzurum Kongresi’nin üyeleri, Sivas Kongresi’ne katılmak üzere hareket edeceklerdir.
Erzurum Kongresi
Mart 1919 tarihinde merkezi İstanbul’da bulunan Cemiyetin Erzurum Şubesi Vilayât-ı Şarkîye Müdafaa-i Hukuk-u Milliye/Doğu İllerinin Haklarını Koruma adı ile kurulmuş ve Erzurum il kongresini toplamıştı.
Bu cemiyet, kendi adına olan etkinlikleri düzenlemek için Heyet-i Faale/Faal-Aktif Heyet adında bir üst kurul oluşturmuştu. Bu kurulun, Trabzon’daki kendi cemiyetleri ile aynı amaçlar için çalışan bir başka teşkilatla temasa geçmesi sonucu Doğu illerini kapsayan bir kongrenin toplanması kararlaştırılmıştı. Aynı dönemde Erzurum’a gelen Mustafa Kemal bu kurulun yani Heyet-i Faale’nin başına geçirilmişti.Bu çalışmaların paralelinde Erzurum Kongresi bir okul salonunda Bitlis, Erzurum, Sivas, Trabzon ve Van vilayetlerinden gelen 56 delege ile toplanmıştır. Gelmesi gereken diğer il temsilcileri çeşitli engellemeler yüzünden kongreye katılamamışlardır. Mustafa Kemal kongreye başkan seçilmiş ve kongre, çalışmalarını 7 Ağustos tarihine kadar sürdürmüştür . Bu süre zarfında, Erzurum’da, özellikle Trabzon’dan gelen temsilcilerin, biraz İngiliz sempatizanlığından, biraz Prens Sabahattin liberalizminden ve biraz da liman ticaretinin ortaya çıkardığı burjuvazi anlayışından kaynaklanan alternatif program taslağı ile, Amasya’da ortaya çıkmış olan askeri bürokratik merkezileştirici formüller çatışmıştır. Bu çatışmayı Amasya grubu kazanmakla birlikte, Trabzon ve diğer illerin baskısı ile, Mustafa Kemal ve Rauf Bey’in, yerel mülkî amirlerin, yetki bölgelerinde faaliyette bulunan örgütlerin/Kuva-yı Milliye örgütlerinin doğal başkanları sayılmaları önerisi kabul görmemiştir. Bu olay aslında biraz ileride de değineceğimiz üzere Milli Mücadele’de tabanın etkisini göstermesi bakımından önemlidir . Üstelik askeri ve bürokratik ağırlıklı Amasya önderlik grubu ve önder/Mustafa Kemal, Erzurum’da ilk defa olarak sivil tabanla buluşmuştur. Bunun sonucunda hem Amasya grubu sivil meşruluk kazanmıştır, sivilleşmeye başlamıştır hem de kongreye tek ve merkezi yönetim fikrini aşılamıştır .
Erzurum Kongresi'nde Alınan Kararlar
Milli sınırlar içinde Vatan bir bütündür, ayrılık kabul etmez-1.Mad.
Yabancı işgal ve müdahalesine karşı ve Osmanlı Hükümeti’nin çökmesi halinde, millet birlik olarak yurdunu koruyacak ve kurtaracaktır-2.Mad.
Vatanın bağımsızlığını korumaya Osmanlı Hükümeti muktedir olamadığı takdirde, gayeyi/amacı elde etmek için bir geçici hükümet kurulacak ve bu hükümet heyeti, milli kongre tarafından seçilecektir. Eğer kongre toplantı halinde değilse bu seçimi Temsil Heyeti yapacaktır-3.Mad.
Kuva-yı Milliyeyi amil/etkili ve millet iradesini hakim/egemen kılmak esastır-4.Mad.
Hıristiyan halka siyasi hakimiyet ve sosyal düzeni bozacak ayrıcalıklar verilemez-5.Mad.
Manda ve himaye kabul edilemez-6.Mad. (Aralık 1918 tarihinde Vahdettin tarafından tatil edilen Osmanlı Parlamentosunun) Milli Meclis’in derhal toplanması ve hükümet işlerinin bu yolda denetlenmesini sağlamak için çalışılacaktır.
Erzurum’da, ileri ki yılların uygulamalarında da daima göz önünde tutulacak olan bu kararları alan kongre, başkanlığını Mustafa Kemal’in yapacağı ve kongre adına hareket edecek, kongrenin icracı kurulu olarak görebileceğimiz dokuz kişilik Temsil Heyeti’ni seçtikten sonra dağılmıştır .
Erzurum Kongresi, Doğu Anadolu’nun kaderini görüşmek üzere toplanmış olsa da memleketin bütününü ilgilendiren meseleler hakkında karar almıştır . Bu kongre, ulusallık eğilimlerini açıkça taşımış olmasına karşın özellikle temsili niteliği açısından bölgeseldir, sadece Doğu ve Kuzeydoğu illerini kapsamaktadır. Ayrıca bu kongre Mustafa Kemal’in ve onun önderliğinin etkisi altında cereyan edecek ve bunun izlerini taşıyacak olmakla beraber, yerel girişimlerin ürünü olarak ortaya çıkmıştır . Fakat her şeye rağmen bu kongre ile Milli Mücadelenin kayıtsız şartsız istiklale ve kayıtsız şartsız milli hakimiyete dayalı programı netlik kazanmıştır. Kongrede vatan sınırları belirtilerek, vatanın bir bütün olduğu ve parçalanamayacağı ilan edilmekle, emperyalistlere de Anadolu’nun, öz yurdun işgal edilemeyeceği anlatılmak istenmiştir . Anadolu’ya da, yöresel direniş örgütlerinin bir çatı altında birleştirilebileceğini, vatanseverlerin tek amaç çevresinde toplanabileceğini göstermiştir. Bu yönüyle ilerleyen süreç içinde Sivas Kongresi’nin toplanmasını da kolaylaştırmıştır . Son olarak, Temsil Heyeti’nin, gerektiğinde bir hükümet olarak vazife göreceği açıklanmakla Milli Devletin yürütme organı olma çabası, Amasya’dan sonra daha belirgin bir şekilde ortaya çıkmakta idi .
Erzurum Kongresi’ne, doğal olarak İstanbul Hükümeti ve İşgal Kuvvetleri tepki göstermişler ve, Mustafa Kemal ile Rauf Bey’in tutuklanarak İstanbul’a gönderilmelerini istemişlerdi. Oysa bu iş artık o kadar kolay değildi. Artık Anadolu’da devletleşme eğilimleri başlamış ve doğu illeri adına bir Temsil Heyeti oluşturulmuştu .
Erzurum Kongresi yetkilerini Temsil Heyeti’ne devrettikten sonra dağılmış ve Mustafa Kemal de Heyet-i Temsiliye Reisi sıfatıyla Doğu İlleri’nde Cemiyetin teşkilatını yaymak, kökleştirmek için çalışmalara başlamıştı . Bununla birlikte Amasya Genelgesi’ne uygun olarak Milli Kongre’nin hazırlıklarını yapmak üzere 2 Eylül 1919’da Sivas’a gelmiştir .
Sivas Kongresi
Mustafa Kemal’in Amasya Genelgesi ile yaptığı çağrı üzerine, 1.Dünya Savaşı’ndan sonra işgale uğrayan Türk topraklarını kurtarmak ve Türk milletinin bağımsızlığını sağlamak için çareler aramak amacıyla seçilmiş ulus temsilcilerinin Sivas’ta biraraya gelmesiyle, 4 Eylül 1919 - 11 Eylül 1919 tarihleri arasında gerçekleşen ulusal kongredir.
Sivas Kongresi’nde alınan kararlar, daha önce gerçekleştirilen Erzurum Kongresi kararlarını genişleterek tüm ulusu kapsar bir nitelik kazandırmış ve yeni bir Türk Devleti’nin kuruluşuna temel olmuştur; bu nedenle Sivas Kongresi’nin Türkiye Cumhuriyeti tarihindeki önemi büyüktür.
Sivas Kongresi Çalışmaları ve Alınan Kararlar
Sivas Kongresi 4 Eylül 1919 Perşembe günü saat 14. 00’de Sivas Lisesi(o zamanki adıyla Mekteb-i Sultani) salonunda toplantının davetçisi ve düzenleyicisi olan Mustafa Kemal’in açılış konuşması ile başladı. İlk oturumda yapılan gizli oylamada 3 aleyhte oy dışında tüm oyları alan Mustafa Kemal, Kongre Başkanlığı'na seçildi.Bekir Sami ve Rauf Bey’ler Başkan yardımcılıklarına seçildi.
5 Eylül 1919 günü saat 14:30’da başlayan ikinci oturumda kongre delegeleri, daha önce bir komisyon tarafından hazırlanan yemin metni üzerinde tartıştılar ve "vatanın kurtuluşu ve milletin mutluluğundan başka hiçbir kişisel maksat izlemeyeceklerine; mevcut siyasi partilerin hiçbirinin amaçlarına hizmet etmeyeceklerine" dair yemin ettiler.
7 Eylül 1919 tarihindeki üçüncü oturumda Erzurum Kongresi Tüzüğü’nün metni görüşüldü yapılacak değişiklikler aynı gün karara bağlandı. Doğu illeri için öngörülen hüküm ve şartlar, bütün ülkeyi kapsayacak biçimde değiştirildi.
8 Eylül 1919 tarihinde gerçekleşen dördüncü oturumda İsmail Fazıl Paşa, Bekir Sami ve İsmail Hakkı Bey’ler tarafından kongreye verilen Amerikan mandası konusudaki muhtıra tartışıldı. Yoğun tartışmalar sonrasında muhtıra geri çekildi.
9 Eylül 1919 Salı günü yapılan beşinci oturumda Ankara’da bulunan Ali Fuat Paşa’ya telgraf çekilerek Anadolu Kuvayi Milliye Başkomutanlığı’na getirildiği bildirildi. Meclis-i Mebusan’ın bir an önce açılması, Damat Ferit Paşa hükümetinin değiştirilmesi konuları görüşüldü.
10 Eylül 1919 tarihli altıncı oturumda, delegeler Kongre’nin mali ihtiyaçlarına katkıda bulunmayı kabul ettiler. Haftada iki kez yayınlanacak İrade-i Milliye adlı bir gazetenin çıkarılmasına karar verdiler. Gazetenin ilk sayısı 14 Eylül’de çıktı ve üç yıl boyunca yayın yaptı.
11 Eylül1919 günü yapılan son oturumda çeşitli isimlerdeki cemiyetlerin Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti altında birleştirilmesi bir bildiri ile millete açıklandı. Her türlü işgale karşı müdaafaa kararı alındı. Kongre Temsil Heyeti’ne 6 yeni üye seçildi. Damat Ferit Paşa hükümetine duyulan güvensizliği padişaha bildirmek ve yeni bir hükümet kurulmadıkça İstanbul ile ilişkileri kesmek kararı alındı. Padişaha doğrudan ulaşmak mümkün olmayınca ve verilen süreler dolunca, 12 Eylül sabahından itiberen İstanbul ile ilişkilerin kesilmesi kararı alındı ve tüm merkezlere bildirildi.
Kongre, Umumi Kongre Heyeti adına yayınlanacak bir beyanname hazırlayarak çalışmalarına son verdi. Sivas Kongresi Beyannamesi'nde yer alan kararlar özetle şunlardır:
Millî sınırlar içinde bulunan vatan bir bütündür; birbirinden ayrılamaz.
Kuva-yı milliyeyi yetkili ve milli iradeyi hâkim kılmak esastır.
Osmanlı ülkesinin herhangi bir kısmına yapılacak müdahale, işgal ve Ermenilik, Rumluk teşkili gayesine yönelik hareketlere toptan karşı konacaktır.
Azınlıkların her türlü güvenliği sağlandığından siyasi egemenlik ve toplum dengesini bozacak ayrıcalıklar verilemez.
İstanbul hukumeti, bir dış baskı karşısında topraklarının herhangi bir parçasını bırakmak zorunda kalırsa, buna karşı bütün tedbirler alınır ve kararlar verilebilir.
Mondoros Mütarekesi imzalandığı tarihte sınırlarımız içinde bulunan, halkı Müslüman olan topraklar üzerindeki tarihi, ırki, dini ve coğrafi haklarımıza saygı gösterilmesini ve bunlara aykırı girişimlerin geçersiz hale getirilmesini bekleriz
Devletin bağımsızlık ve bütünlüğü saklı kalmak şartıyla topraklarımızı ele geçirmek isteği olmayan herhangi bir devletin ekonomik, teknik ve sınaî yardımlarını memnuniyetle karşılarız
Millî iradeyi temsil etmek üzere Millet Meclisi'nin derhal toplanması mecburidir.
Millî vicdandan doğan cemiyetler birleşmiş, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adını almıştır. Bu cemiyet her türlü fırkacılık cereyanlarından, şahsi ihtiraslardan uzaktır. Bütün Müslüman vatandaşlar bu cemiyetin tabii üyesidirler
Umumi Kongre tarafından kutsal gayelere erişmek, bunları takip etmek için bir Temsil Heyeti seçilmiştir.
12 Eylül 1919 günü Sivas Halkının davetli olduğu bir açık oturum yapıldı.
Sivas Kongresi’nde seçilen 6 kişinin, Erzurum Kongresi’nde seçilen 9 kişilik Temsil Kurulu’na eklenmesiyle oluşturulan 15 kişilik yeni Temsil Kurulu, Türkiye Büyük Millet Meclisi açılıncaya kadar ülkeyi yönetmiş; böylece Mustafa Kemal Paşa’nın Sivas’a geldiği 2 Eylül 1919 tarihinden Temsil Kurulu ile birlikte Ankara’ya hareket ettikleri 18 Aralık 1919 tarihine kadar Sivas, fiilen ülkenin başkenti olmuştur.
Balıkesir Kongresi
Balıkesir Kongresi, Mondros Mütarekesi'nden sonra Anadolu'nun işgaline karşı Türk direnişini örgütlemek için yapılan yerel bir kongredir. Kongre 1919 ve 1920 yılında toplam beş defa toplandı ve Millî Mücadele'nin başarıya ulaşmasında önemli rol oynadı.
Balıkesir Kongresi ilk kez 28 Haziran - 12 Temmuz 1919 tarihleri arasında Hacım Muhittin Bey başkanlığında toplandı. Kongrede direniş merkezi oluşturulması ve Hacım Muhittin Bey'in başkanğı görüşülüp, oylandı. 26 - 30 Temmuz 1919'da yapılan ikinci toplantıda Yunan İşgali'ne karşı silahlı direniş örgütlenmesi ve işgal altındaki bölgelere ürün satılmaması gibi kararlar alındı. 16 Eylül 1919'de Balıkesir Kongresi üçüncü kez toplandı. 22 eylülde sona eren toplantıda, Alaşehir Kongresi'nin (16 - 25 Ağustos 1919) direnişin örgütlenmesine ilişkin kararların Balıkesir'de de uygulanması tartışıldı. Kongre, 19-21 Kasım 1919 tarihleri arasında Vehbi Bolak başkanlığında dördüncü kez toplandı. Cemiyetin adınının Balıkesir Müdafaai Hukuk Cemiyeti olarak değiştirilmesine karar verildi.
Sivas Kongresi'nde Mustafa Kemal başkanlığında kurulan Heyet-i Temsiliye ile ilişkiye geçildi. Son toplantı ise 10 Mart 1920'de yapıldı ve direnişin Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti parelelinde örgütlenmesine karar verildi.
Potsdam Konferansı
17 Temmuz - 2 Ağustos 1945 tarihleri arasında Almanya'nın Potsdam şehrinde yapılan konferansa verilen addır. 7 Mayıs 1945'te Almanya'nın teslim olmasından sonra, bundan önceki konferanslardan farklı olarak, savaşın nasıl bitirileceğini değil, barışın nasıl sağlanacağını konu alan Potsdam Konferansı, II. Dünya Savaşı'nın ve "Üç Büyüklerin" yaptıkları son büyük konferans oldu. Potsdam Konferansı'nda görüşülen konular şunlardır:
Polonya Sorunu: Sovyetler Birliği, 16 Ağustos 1945'te Polonya ile yaptıkları bir antlaşma ile Polonya-SSCB sınırını Curzon Çizgisi olarak kabul ettirdiler.
Almanya Sorunu:
Almanya'daki tüm Nazi kurumlarının ortadan kaldırılmasına,
Amerika Birleşik Devletleri, Birleşik Krallık, Fransa ve Sovyetler Birliği işgal bölgelerinde ayrı ayrı demokratik rejimlerin kurulmasına,
Alman savaş endüstrisinin barış ekonomisinin gereksinimlerine göre yapılandırılmasına,
Tamirat borcu için herhangi bir rakam tesbit edilmemesine,
Sovyetler Birliği'nin, ABD, Birleşik Krallık ve Fransız işgal bölgelerinden herhangi bir tamirat borcu talep etmemesine,
Barış ekonomisi için gerekli olmayan endüstriyel teçhizatın pek az bir kısmının Sovyetler Birliği'ne verilmesine,
Alman donanmasının büyük bölümünün tahrip edilmesine,
Savaş suçlularının yargılanmasına karar verildi
Avusturya'nın Durumu: Avusturya ve başkenti Viyana, Almanya örneğinde olduğu gibi dört devlet arasında işgal bölgelerine ayrıldı.
İtalya'nın Durumu: İtalya'nın 1943 yılından beri demokrasi yolunda gösterdiği gelişmeler dikkate alınarak bu ülkeye barış için öncelik verilmesi ve barış hükümlerinin mümkün olduğu kadar yumuşak tutulması fikri benimsendi. Sovyetler Birliği'nin, Akdeniz ve Kızıldeniz'de bulunan İtalyan sömürgelerinden pay istekleri yönündeki talepleri ise ciddiye alınmadı.
Sovyet uydu devletleriyle barış: Bu uydu devletler, Sovyetler'in askerî işgali altına girmiş olan ve hükümetlerinde de komünistlerin egemen olduğu Romanya, Bulgaristan ve Macaristan idi. Sovyetler Birliği, barış yapılmadan önce, ABD ve Birleşik Krallığın bu ülkelerdeki hükümetleri tanımalarını istedi. Ancak, ABD ve Birleşik Krallık ilgili ülkelerle barış yapılmadıkça, böyle bir tanımayı ve dolayısıyla Sovyet teklifini kabul etmediler.
İspanya'nın Durumu: İspanya savaşa katılmamakla birlikte Mihver devletleri ile işbirliği yaptığı için Birleşmiş Milletler'e alınmaması görüşü benimsendi.
İran'ın Durumu: İran'ın derhal boşaltılmasına karar verildi
Boğazların Durumu: Sovyetler Birliği, Türkiye'nin zayıf olması fikrinden hareketle serbest geçiş için gereken garantiyi sağlayamadığını, bu sebeple Boğazların Sovyetler Birliği ile Türkiye'nin ortak kontrolü altına konulmasının uygun olacağını ileri sürdü. Kısacası, Boğazlar'dan üs talep ettiler. ABD ile Birleşik Krallık ise Sovyetler'in Boğazlar'dan tam geçiş serbestisine taraftar idiler. Konu hakkında herhangi bir karar alınmadı ve her devletin görüşünü Türkiye'ye bildirmesi kararlaştırıldı.
Tuna Nehri: Tuna Nehri üzerinde bulunan tüm ülkeler Sovyetler Birliği'nin askerî işgali altına girdiğinden, Tuna nehri fiilen Sovyet egemenliği ve kontrolü altına girmiş durumdaydı. Bu nedenle Tuna'da gidiş-geliş serbestisinin sağlanması ve statünün yeniden tespitine karar verildi.
Yalta Konferansı
4 - 11 Şubat 1945'te Roosevelt, Churchill ve Stalin'i Livadiya’da bir araya getiren konferanstır. Birleşmiş Milletler örgütünün kurulacağı, San Francisco’da bir konferansın toplanacağına ilişkin bildiriyle, burada belirlenmiştir. Churchill, Almanya’nın askeri işgaline Fransa’nın da katılmasını güçlükle kabul ettirmiştir. Almanya’nın bölünmesi ve tazminat sorunları konusunda anlaşamayan taraflar sözkonusu sorunları çözmeyi ileri bir tarihe bırakmışlardır. Churchill’in görüşüne karşın, Stalin ile Roosevelt Almanya aleyhinde ödünlere karşılık, Doğu Polonya’nın bölünmesi ilkesini kabul etmişlerdir. Ama Churchill, Polonya hükümetinin Londra’daki göçmenleri kabul etmesini sağlamıştır. Kurtulan Avrupa ile ilgili bir bildiride demokratik hükümetlerin kurulması öngörülmüştür. SSCB 1905’te kaybettiği topraklarla birlikte Kuril adalarının (Çişima adaları) kendisine geri verilmesinin sağlanması karşılığında Almanya’nın teslim olmasından üç ay sonra Japonya’ya müdahale etmeye söz vermiştir.
4-11 Şubat 1945 tarihleri arasında cereyan eden Yalta Konferansında görüşülen konular ve sonuçları özet olarak şöyledir:
(1) Uzakdoğu: Rusya, Almanya'nın teslim olmasından kısa bir süre sonra Japonya'ya savaş açmayı ve Uzak Doğu savaşma katılmayı kabul etti. Buna karşılık Rusya birçok tavizler elde etmeyi başardı. Güney Sakhalin ile civarındaki adaların, Port Arthur deniz üssü ve Kuril adalarının Rusya'ya verilmesi; Mançurya, Çin'in egemenliği altında kalmakla birlikte, Doğu Çin demiryolları ve Güney Mançurya Demiryollarının Rusya ile Çin tarafından ortak işletilmesi; 1924'de Dış Moğolistan'da kurulmuş, ancak Çin tarafından reddedilmiş olan Halk Cumhuriyeti statükosunun korunması kabul edildi. Uzak Doğu hakkındaki bu antlaşma son derece gizli tutuldu ve hatta Chiang Kai-Sek'e dahi bildirilmedi.
(2) Almanya: Almanya üç işgal bölgesine ayrılacak, fakat İngiltere ve Amerika kendi bölgelerinde Fransa'ya da bir kısım bırakacaklardı. Aynı şekilde Berlin şehri de ortak işgal altında bulunacaktı.
(3) Tamirat Borçları: Ruslar, Almanya'nın 20 milyar dolar tamirat borcu ödemesini ve bunun yarısının kendilerine verilmesini; bahsekonu borcun da ya-nsımn iki yıl içinde makina, sınai teçhizat seklinde menkul sermaye olarak; geri kalan bakiyenin de 10 yıl içinde Almanya'nın çeşitli ürünlerinden ödemesini; Alman ağır sanayiinin % 80'nin yo-kedilmesini teklif ettiler. Rus teklifi Amerika ve ingiltere tarafından çok ağır bulundu ve 20 milyar rakamı esas olmak kaydıyla ödeme şekli müteakip müzakerelere bırakıldı.
(4) Birleşmiş Milletler: Burada bahis konusu olan veto ve üyelik meselesiydi. Güvenlik Konseyinin devamlı üyeleri için veto ilkesi kabul edildi. Üyelik konusunda ise Ruslar, Türkiye başta olmak üzere Rusya ile diplomatik münasebet kurmamış olan Güney Amerika devletlerinin Birleşmiş Milletler Teşkilatı'na üye olarak alınmamalarını teklif etti. Müzakereler sonunda; l Mart 1945'e kadar ortak düşmana savaş ilan etmiş olanların üyeliğe alınmalarına karar verildi. Bu karar üzerine Türkiye, 23 Şubat 1945'de Almanya ve Japonya'ya savaş ilan etti.
(5) Polonya Sorunu: Varşova'da bulunan geçici Polonya Hükümeti'nin en kısa zamanda gizli oya dayanan serbest ve demokratik seçimler yapması kararlaştırıldı. Polonya'nın doğu sınırları için, 1919 Paris Barış Konferansında tespit edilen "Curzon Çizgisi" kabul edildi. Batı sınırları için Ruslar, Oder-Neisse nehirleri çizgisini teklif ettiler. İngiltere Polonya'nın Almanya'dan toprak ilhakına karşı olduğundan sınırların tesbiti işi sonraya bırakıldı. Kısacası Polonya konusunda özellikle İngiliz ve Rus görüşleri farklı idi.
(6) Kurtarılan Avrupa Hakkında Demeç: Bu demeçle, eski Nazi Almanyası peyki olan ülkelerde demokratik rejimlerin kurulacağı açıklandı.
(7) İran'ın Durumu: Bu sırada Kuzey İran Rus işgali altında bulunmakta idi. Bu durumdan faydalanmak isteyen Ruslar, petrol sebebiyle bölgeyi İran'dan ayırma girişimlerinde bulundular. Rusya'nın bu tutumu karşısında İngiltere hoşnutsuzluğunu beyan etti ve meselenin görüşülmesi sonraya bırakıldı
(8) Boğazlar Sorunu: Boğazlar statüsünün Sovyet Rusya lehine değiştirilmesine, konunun Dışişleri Bakanları tarafından ele alınmasına, durumdan Türkiye'nin de haberdar edilmesine karar verildi Sonuç olarak: Yalta Konferası'ndan Stalin gayet memnun olarak, Churcill ise, düşündüklerini elde edememenin üzüntüsü içinde ayrıldı Bunun içindir ki, Churcill, hatıralarının Yalta ile başlayan kısmına "Demir Perde" adını koymuş ve Yalta'yı finale olarak nitelendirmiştir Gerçekten de Yalta Büyük İttifak'ın sonu oldu ve işbirliğinin yerini rekabet ve mücadele aldı
Marshall Planı
Haziran 1947'de Harward Üniversitesinde bir konuşma yapan ABD Dışişleri Bakanı George Marshall, Avrupa ekonomilerini tekrar kalkındırmak için çok geniş kapsamlı bir program önerdi.
Marshall Planı; buna katılmak isteyen her Avrupa ülkesine Amerikan mali yardımı, malzeme ve makinasını öngörüyordu. Türkiye dahil 16 Avrupa ülkesinin üyeleri 22 Eylül'de Amerika'ya sunulmak üzere bir Avrupa Ekonomik Kalkınma Programı hazırladılar. Bu program üzerine Amerika 3 Nisan 1948'de Dış Yardım Kanunu'nu çıkardı. Amerika bu kanuna dayanarak daha ilk yılında 16'lara (İngiltere, Fransa, Belçika, İtalya, Portekiz, İrlanda, Yunanistan, Türkiye, Hollanda, Lüksemburg, İsviçre, İzlanda, Avusturya, Norveç, Danimarka ve İsveç) 6 milyar dolarlık bir ekonomik yardım yaptı. Bu yardım müteakip yıllarda 12 milyar dolara ulaştı. Marshsall planı, Sovyetler ve peyklerine de açık olmakla birlikte, Doğu Bloku üyeleri buna katılmak istemediler. Marshall yardımları sonucunda ve üç yıllık bir süre içinde Av-rupa'daki sanayi üretimi savaş öncesine oranla % 25, tarımsal üretim ise % 14'lük bir artış gösterdi. Dış Yardım Kanununun çıkması üzerine 16 Avrupa ülkesi, 16 Nisan 1948'de Avrupa iktisadi işbirliği Teşkilatı'nı kurdular.
Marshall Planına karşılık Sovyetler'de peykleri arasındaki ekonomik ilişkileri ve işbirliğini sıklaştırmak için Sovyet Dışişleri Bakanı'nın ismine atfen Molotof Planı adını verdikleri ikili ticaret sistemini kurdular. Zira, Çekoslovakya başta olmak üzere bazı peyk ülkeler Marshall Planı'na katılmak için büyük istek göstermişlerdi. 1948 Şubat'ındaki Çekoslovak darbesinde bunun büyük rolü vardır.
Heyet-i Temsiliye
Heyet-i Temsiliye, Erzurum Kongresi kararlarını uygulamak üzere Mustafa Kemal'in başkanlığında oluşturulan yürütme organıdır. Sivas Kongresinde ise Heyet-i Temsiliye'nin yetkileri bütün yurdu kapsayacak şekilde genişletildi ve üye sayısı arttırıldı. Heyet-i Temsiliye'nin görevi TBMM'nin açılışı ile sona ermiştir.
Amasya Protokolü-Görüşmeleri
Amasya Protokolü, İstanbul Hükümeti ile Heyet-i Temsiliye arasında 22 Ekim'de yapılan protokol.
Mustafa Kemal Paşa, Rauf ve Bekir Sami Beylerle birlikte 18 Ekim'de Amasya'ya gelerek Salih Paşa ile 20 Ekim'de görüşmelere başladılar ve Sivas Kongresi'nce kabul edilen esaslar üzerinde görüşmeler başladı. Sivas Kongresi'nce kabul edilmiş bulunan esaslar üzerinde görüşmeler 22 Ekim'e kadar sürdü ve araflar şu esaslar üzerinde anlaştılar:
1- Türk illerinin düşmana şu veya bu suretle terk olunmaması, hiç bir himaye ve manda kabul edilmemesi, Türk vatanının bütünlüğünün ve bağımsızlığının korunması
2- Müslüman olmayan topluluklara Türk memleketlerinin siyasi egemenlik ve sosyal dengesini bozacak biçimde ayrıcalıklar verilmemesi
3- Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin hukuki bir kurul olmak üzere İstanbul Hükümeti tarafından tanınması
4- İtilaf Devletleri ile Osmanlı Devleti arasında barışın kurulması için toplanacak konferansa Heyet-i Temsiliye tarafından da uygun görülen kimselerin gönderilmesi
5- Osmanlı Meclis-i Mebusan'nın İstanbul'da toplanmasının güvenlik bakımından uygun olmadığı Son madde, yani meclisin İstanbul dışında toplanacağı hükmü, anayasaya aykırı olacağı gerekçesiyle İstanbul Hükümeti tarafından doğrudan kabul edilmedi. Mustafa Kemal Paşa da ısrar etmedi.
Amasya'da varılan anlaşma ile İstanbul Hükümeti Temsil Heyeti'ni resmen tanımış oluyordu.
No comments:
Post a Comment